Dünya’da Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) ile ilgili pek çok tanımlama yapılmaya devam edilmektedir. Bu bağlamda, Biyogüvenlik açısından Genetiği Değiştirilmiş Organizma konusu incelendiğinde,doğada kendi başına gerçekleşmeyen, sadece laboratuvar ortamında genetik değişikliği sonucu üretilen organizmalara ‘Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO)’ adı verilir. Yapılmış pek çok bilimsel araştırma derlendiğinde, yeryüzünde yüzbinlerce bitki ve hayvan türü bulunmaktadır. Özellikle insanlarını ihtiyacını gidermek için bu türlerden yararlanılabilmektedir. Görünüş itibariyle insanların ihtiyaçlarını karşılaması için bu türler yeterince mevcut iken, yapay yollarla yeni ürünler elde etmesi gerekmediği kanaati daha hakimdir. Yine de GDO’lu ürünler üreten kesimler bulunmak olup, GDO’lu ürünleri genellikle tıbbi, çevresel veya ticari amaçlarla üretmektedirler.
Globalleşen dünyada GDO konusu tarımsal, bilimsel ve ticari ilişkiler açısından yeni bir aşamaya geçilmiştir. Bu yaklaşımda genetik materyal artık milli zenginlik ya da doğal varlıklar olmaktan çıkıp ticaret malına dönüşmektedir. Uluslararası düzenlemeleri derhal yasalaştıran Bütün kesimler GDO konusunu aynı biçimde kavramadığından kamu otoritesi, özel sektör ve sivil toplum arasında bir uyum henüz oluşmamıştır.
Edinilen bilgilere göre, GDO üreticisi firmaların satış anlaşmalarına, sattıkları tohumluklarla ilgili araştırma yapılamayacağı hükmünü koyduklarını, şirketlerden izin almaya çalışan araştırmacıların eli boş döndüklerini örneklerle anlatmaktadır. Maalesef bu hüküm Biyogüvenlik Kanununda da yer almaktadır. Nagoya Protokolü’nde ise GDO’lardan doğan zararları düzenleyen protokol, söz konusu zararı ölçülebilir, gözlemlenebilir ve olumsuz etkiler olarak ele almaktadır.
Mevcut yüzyılımızın 10. yılında kabul edilen Biyogüvenlik ile ilgili kanunda şu karar alınmış ve yasalaşmıştır. Bu kanunda “İnsan, hayvan ve bitki sağlığı ile ekolojinin ve biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı göz önünde bulundurularak GDO veya ürünlerinin ithalatı, ihracatı, deneysel amaçlı serbest bırakılarak piyasaya sürülmesi ile genetiği değiştirilmiş mikroorganizmaların kapalı alanda kullanımına, bilimsel esaslara göre yapılacak risk değerlendirmesine göre karar verilerek, bunlar arasında risk oluşturmayacağı saptanan başvurular için verilen kararın geçerlilik süresi on yıldır” denilmektedir. Bu maddenin en önemli gerekçelerinden biri insan yaşamına doğrudan etki etme hassasiyetinden kaynaklanmaktadır.
Biyogüvenlik Kurulu’na gelen risk değerlendirme raporlarının halktan gizlendiği yolundaki yayınlar sonucunda ancak 21 Haziran 2011’deki sekizinci Kurul toplantısında halkın raporlara erişimi serbest hale getirilmiştir. GDO yönetmeliğinde de kanundaki yasakların devamı sağlanarak, antibiyotiğe direnç genleri içeren GDO ve ürünlerinin, ithali ve piyasaya sürülmesi, Risk Değerlendirme Komitesi Raporu ve Biyogüvenlik Kurulu kararıyla onaylanması şartına bağlanmıştır.
Küreselleşen dünya’da GDO konusu tarımsal, bilimsel ve ticari ilişkiler açısından yeni bir aşamaya geçilmesine iyi bir örnek teşkil etmektedir. Bu yaklaşımda genetik materyal artık milli zenginlik ya da doğal varlıklar olmaktan çıkıp ticaret malına dönüşmektedir. Uluslararası düzenlemeleri derhal yasalaştıran Bütün kesimler GDO konusunu aynı biçimde kavramadığından kamu otoritesi, özel sektör ve sivil toplum arasında bir uyum henüz oluşmamıştır.
Pek çok konu uzmanı tarafından verilen bilgilere göre GDO üreticisi firmaların satış anlaşmalarına, sattıkları tohumluklarla ilgili araştırma yapılamayacağı hükmünü koyduklarını, şirketlerden izin almaya çalışan araştırmacıların eli boş döndüklerini örneklerle anlatmaktadır. Bu durumda GDO’lu ürüne ilişkin bilgi patentli olup paylaşılamayacağına göre, ülkeler, olsa olsa yaşayacakları gen kaçışı, GDO’lu ürünleri tüketenlerin sağlık sorunları, taşıma, nakil ve işleme sırasında yaşanacak bazı kazalar ya da doğal felaketler sonucunda çevreye yayılmalarına ilişkin deneyimlerini paylaşmak olanağı bulabileceklerdir.
Maalesef GDO’yla ilgili bilginin kamuoyundan saklanabilmesini olanaklı kılan 21. Madde, “gizli bilgi” adı altında satıcı firmanın bilgilerini garanti altına almak amacıyla insanların bilgi edinme özgürlüğünü ayaklar altına almakta, tüketici içinde ne olduğunu bilmediği ürünü tüketmeye zorlanmaktadır. Bu madde Biyogüvenlik Kanununda da yer almakta olup, alışılagelmiş ticari sır kavramından farkı ortaya konulmadığından sınırları belirsiz kalmaya devam etmektedir.
Protokolün mantığına göre ise genetik çeşitlilik ve insan sağlığı, önlemler alınmaktan ziyade “bilinçli bir kamu” sayesinde korunacaktır. Nagoya Protokolü’nde ise GDO’lardan doğan zararları düzenleyen protokol, söz konusu zararı ölçülebilir, gözlemlenebilir ve olumsuz etkiler olarak ele almaktadır. Buna göre zararın GDO’dan kaynaklandığına ilişkin ölçütler ulusal düzenlemeyle belirlenmesi kararlaştırılmıştır.
Biyogüvenlik Kurulu’na gelen risk değerlendirme raporlarının halktan gizlendiği yolundaki yayınlar sonucunda ancak 21 Haziran 2011’deki sekizinci Kurul toplantısında halkın raporlara erişimi serbest hale getirilmiştir.
GDO, “biyoteknolojik yöntemler kullanılmak suretiyle gen aktarılarak elde edilmiş, insan dışındaki canlı organizma”dır. Bu genlerin bir bitki, hayvan ya da mikroorganizmadan alınarak başka bir canlıya aktarılmaktadır.
Gümrük kapılarından GDO’lu ürünler geçirildiği yolundaki tartışmalar ve hukuki sorunlar çıkmasından sonra bu tanımlara yapılan yönetmelik değişikliği ile bir de GDO bulaşanı tanımı eklendi. Yapılan değişiklikle aşağıdaki tanıma giren üründe % 0,9 ve altında GDO bulunuyorsa durumun bulaşma olarak değerlendirilmesine karar verildi.
Biyogüvenlik Kanununun amacı, Kanunu onaysız olarak GDO’lu ürünleri piyasaya sürmeyi ve amacı dışında kullanımını, ülke içinde üretmeyi ve çocuk mamalarında ve bebek besinlerinde kullanmayı yasaklamaktadır.
GDO Yönetmeliğinde de kanundaki yasaklar tekrar edildikten sonra, Şubat 2012’de eklenen yeni bir fıkrayla antibiyotiğe direnç genleri içeren GDO ve ürünlerinin, ithali ve piyasaya sürülmesi, Risk Değerlendirme Komitesi Raporu ve Biyogüvenlik Kurulu kararıyla onaylanması şartına bağlanmıştır.
Bilimsel Kurul Raporları ve Biyogüvenlik Kurulu Kararları değerlendirildiğinde, GDO üzerine tartışmalar, tarımsal üründe verim artışına yol açıp açmadığı, ekonomik avantajlarının olup olmadığı, açlığa çözüm getirip getirmediği, tohum satan şirketlerin çiftçiler üzerinde oluşturduğu bağımlılık, alanda yapılan bilimsel çalışmaların GDO üreticisi firmalar tarafından yönlendirildiği, değiştirilmiş genlerin diğer türlere de sıçraması ve vahşi türler üzerindeki sonuçları gibi çevresel riskler, zararlılarda oluşan bağışıklık, böcek popülâsyonundaki nüfus dengesinin bozulması, GDO’larla kimyasallar arasındaki ilişki, toplum sağlığını etkileyen zehirlenme ve alerjiler halen tartışılmaya devam etmektedir.
Türkiye’de konuya duyarlı sınırlı bir çevrede bilimsel, siyasi, iktisadi ve tarımsal bakımlardan tartışmalar yürütülmekle birlikte, GDO’lu ürün ithalatı tartışmaların ötesinde yasal düzenlemelerden önce başlamıştır. İthalat kararları, ancak yasa ve yönetmelikler çıkarıldıktan sonra, Tarım bakanlığına bağlı olarak oluşturulan Biyogüvenlik Kurulu tarafından, uzmanlık kurullarınca hazırlanan bilimsel ve sosyo ekonomik raporlara dayanarak alınmaktadır.
Soya için verilen ithalat kararında sadece yem amaçlı kullanım öngörülürken, soya küspesi elde edildikten sonra kalan yağın, ihraç edilme istemi de onaylanmıştır. Biyoetanol Üreticileri Derneği de aynı bağlamda, biyoetanol üretiminde kullanılmak amacıyla 22 çeşit genetiği değiştirilmiş mısırın ithal izni için Kurul’a başvurmuştur. Kurul ise başvurunun her çeşit için ayrı yapılması gerektiğini 2011’deki ‘Biyogüvenlik Kurulu Toplantı’sında karar vermiştir.
Genetiği değiştirilmiş ürünlerin kullanım alanları genişletilmeye çalışılırken, örneğin mısırın yağı çıkarıldıktan sonra kalan kısmı küspe olarak kullanılıp kullanılmayacağı, bunun için yapılacak izin başvurusuna Kurul, bir kısım mısırın küspe yapmaya uygun, aynı başvuruda yer alan diğer kısmının olmadığı cevabını verdiği takdirde, işlenen ürünlerin izin verilen ve verilmeyenler olarak ayırt edilmesi için nasıl bir yöntem ve denetim mekanizmasının işletileceği cevaplanması zor sorunlar olarak ortada durmaktadır.
Biyogüvenlik Kuruluna sunulan bilimsel raporların, GDO’lu ürünlerin insan, hayvan ve çevre sağlığı açısından riskler taşıdığını ortaya koyduğunu, dolayısıyla sakıncalarının giderilemeyeceğini savunmaktadır. Çünkü raporlar, genetiği değiştirilmiş gıdanın DNA’larının memelilerin sindirim sistemince sindirilemediği, hücrelere taşınabildiği; yemlerdeki DNA’ların market sütlerine ulaşabildikleri; herbisite direnç geni aktarılan bitkilere uygulanan tarım ilacının kalıntı bıraktığı, bu yemle beslenen hayvanların etine geçtiği; glifosinat herbisitinin insan hücrelerinde zehirleyici etki yaptığını ortaya koymaktadır. Bazı raporlarda ilginç olan husus, bütün sakıncaları ortaya konulduktan sonra bu ürünlerin ülkeye girişi konusunda olumsuz görüş bildirilmemesidir.
GDO’ların hukuksal açıdan bir dayatma teşkil ettiğini, bilimsel açıdan sürekli şüpheyle izlenmesi gereken ürünler olduğunu da vurgulamaktadır. “MIR604 mısır çeşidinin elde edilmesinde kullanılan gen aktarım yöntemi ve aktarılan genin moleküler karakterizasyonu ile ilgili literatür incelendiğinde bilinen herhangi bir olumsuz sonuca rastlanmamıştır. Olumsuz sonuca rastlanmamış oluşu, herhangi bir olumsuzluğa sahip olmaması değil, olumsuzluğu ortaya koyacak bir araştırmanın yapılmamış oluşu ya da henüz ortaya konulmamış oluşuyla da bağlantılı olabilir.
Bu çeşitle ilgili, yem olarak kullanılması halinde ortaya çıkabilecek riskler konusunda yeterli veri bulunamadığı için, komitemiz oyçokluğuyla MIR604 mısır çeşidinin ülkemizde yem amaçlı kullanımının uygun olmayacağı görüş ve kanaatine varmıştır”. Ancak, Burada tartışılması gereken konu MIR604 hakkındaki kararın doğruluğu yanlışlığı değil, bu ilkenin ithalat için olumlu karar verilen çeşitler için neden uygulanmadığıdır.
Geçmişte Gümrük kapıları ve pek çok yörede GDO analizi yapabilecek dünya standartlarına uygun, yeterli alt yapıya sahip akredite bir laboratuvar oluşturulmamıştır. Bu yüzden ithal edilen ürünler, maalesef kontrolsüz olarak ülkemize girmekte ve alıcı bulmaktadır.
2020’den beri Türkiye’de özel koşullarda laboratuvar donanımı ve uzman personel istihdamı gerektiren GDO’lu ürünlerin tespiti uluslararası akreditasyon belgesine sahip TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi’nde yapılabilmektedir. Bu laboratuvar GDO konusundaki ihtiyaçları karşılamaya çalıştığını hatırlatmakta yarar vardır.
Yapılan pek çok araştırma derlendiğinde, GDO’lu Ürün Çeşitleri konusundadünya genelinde çoğunlukla soya, buğday, mısır, ayçiçeği, çilek, kiraz, ahududu, domates, yer fıstığı, pirinç, patates, ananas, papaya, kabak, bal kabağı, muz, havuç, biber, kavun, karpuz, kanola’da ve hatta yem kullanımı sebebiyle bazı balık türlerinde GDO bulunduğu belirtilmektedir. Mısır, soya, kanola ve pamuk dünyada ticareti yapılan GDO’ların %99’unu oluşturur.
Bitki ve besi hayvanları ürünleri gibi GDO’lu ürünler marketlerde bulunmaktadır. GDO bitkileri sandığımızdan çok daha fazla yaygındır. Bu yüzden, market alışverişlerinde daha dikkatli olunmalıdır. Örneğin, gofret, çikolata, kola, gazlı içecek, kahvaltı gevreği, hazır çorba, hazır kek, sucuk, salam, sosis, renkli yoğurt, çiklet, aromalı kahve, ketçap, mayonez, bisküvi, kraker, şekerleme, renkli içecek, ekmek üstüne sürülen ezme, cips, vb. paketli gıda ürünlerinde GDO’lu olabilir. Bu konudaki temel ölçü, yediğimiz gıdaların üzerindeki bilgilerde, GDO ile ilgili verilerin olup olmadığının belirtilmesinden geçmektedir.
Yapılan araştırmalara göre Genetiğe Müdahaleler ve Bu Teknolojiyle Üretime etkileri konusunda özellikle son 20-25 yıldan beri Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) endüstriyel uygulama alanı içinde daha fazla yer almaya başlamıştır.
Günümüzde Modern Teknoloji olarak adlandırılan Biyoteknoloji’nin yardımıyla GDO’nun dinamizmindeki amaç daha karlı ve patent korumasında endüstriyel tarım ürünleri geliştirmektir. Örneğin Glifosata direnç sağlayan genler soya, mısır, kanola ve pamuk gibi bitkilerin içerisine yerleştirildiğinden beri, yeni bir GDO ürünü giderek yayılmaktadır. Bu şekilde üretilen soya ve mısır hayvan yemi olarak geniş kullanım alanına sahiptir. Bir başka örnek vermek gerekirse, beyaz et üretiminde kullanılan yemlerin yüzde 98’inde GDO’lu soya kullanılmaktadır.
Arjantin’den yapılan çalışmalar incelendiğinde, GDO’lu soya ile elde edilen ilacın gelişmekte olan embriyolarda anormalliğe sebep olduğu gelişmekte olan canlının gözünü ve sinir sistemini olumsuz etkilemektedir. Bu yüzden, bu tür tarımın yapıldığı yörelerde çok sayıda düşük ve doğum anomalisi saptanmıştır. Kullanılan ilaçların yıllardır uygulanmasına karşılık, etkilerin yeni ortaya çıkıyor olmasının gerekçesi ise, patent korumaları nedeniyle araştırılmaların patent sahibi firmaya ait olmasından kaynaklanmaktadır.
Yapılan araştırmalara göre, halen GDO tarım ürünlerinin olası risklerinin tamamen kanıtlanması mümkün olmayabilir. Ancak “yeme katıldığında süt miktarını yarı yarıya artıran” bir bileşenin tamamen masum olması beklenmemelidir.
Endüstriyel Hayvansal Gıda Üretimi hakkında yapılan araştırmalara göre, Endüstriyel gıda ciddi bir sağlık sorunuyken, endüstriyel besiciliğin çok büyük bölümü GDO’lu soya ve mısırla yapılmaktadır. Bu alanda organik üretim çok az olmanın ötesinde, organik yetiştirilmiş tavukların fiyatları da beyaz etin en az dört katıdır. Yapılan bir araştırmaya göre, endüstriyel tavukların aslında yenemeyecek kadar hasta oldukları şeklinde olmasıdır.
Ülkemizde yapılan çalışmalar hayvanların kalp ve karaciğerlerinin olması gerekenden küçük olduğunu ortaya koymuştur. Bu da GDO yemlerle yapılan araştırmaların sonuçlarıyla birebir uymaktadır. Beyaz et “sağlıklı olduğu iddiasıyla” ve ekonomik gerekçelerle çok miktarda tüketilmektedir. Oysa fabrika gibi kapalı ortamlarda hijyene bu kadar dikkat etmelerinin nedeni tavuğun enfeksiyonlara son derece açık olması, zaten 45 günlük kesim süresini aşıp da 80 güne çıkarırsanız kendiliğinden ölüm oranlarının da belirgin artmasıdır.
GDO’lar üretilmesinin Amaçları konusunda yapılan bir araştırmaya göre, dünyada yoğun biçimde kullanılan GDO’ların %99’u 1) Böcek öldüren zehir içermesi ve 2) Yabancı otları yok eden kimyasal ilaçlara dayanıklı olmak üzere sadece 2 özellik taşıyarak ürün ve verim artışına katkı sağlamaktadır.
GDO’ların sağlığa zararlı olup olmadığına dair saptamaları yapmak ise beslenme epidemiyolojisi alanının zorlukları, risk değerlendirme sürecindeki sorunlar, hayvan deneylerindeki sınırlılıklar ve bilginin tarafsızlığına dair kuşkular nedeniyle zorlaşmaktadır. Tüm bu bilimsel açmazlara rağmen alerjik ve toksik etkilere dair ipuçlarının artması, antibiotik direnci olasılığının bilimsel kurumlarda yarattığı endişe, besin değerlerindeki değişmenin ve gen transferi olasılığının yayınlarda yer almasıyla görünür hale gelen sağlık etkilerini göstermektedir.
GDO’ların Sağlığa Zararları bakımında yapılan araştırmalar derlendiğinde, Yıllardan beri GDO’lu ürünlerin insan sağlığı ve genleri üzerinde yaptığı etkiler halen tartışılmaktadır. Özellikle GDO’lu ürünleri üretip kar elde etmekte olan grupların bunun zararsız ve hatta faydalı olduğunu iddia ederken, başka grupların ise bu ürünlerin zararlı olduğunu belirtmektedirler. Bu görüşler dikkate alındığında, GDO ile ilgili risklerin henüz net olarak ortaya konamaması, zararın olmadığı anlamına gelmemektedir. Risklerin neler olduğu net olarak bilinmemekle birlikte, sürece ihtiyat ilkesi doğrultusunda yaklaşmak gerekmektedir.
Türkiye’de GDO İle İlgili Bazı Önemli Sorunlar ise: 1) Yasal çerçevenin sürekli kırılmaya çalışılması ve bunun için gümrüklerdeki geçirgenlikte zorlukların olması, 2) Genetiğiyle oynanmış tarımsal ürünlerin ithali gıda güvenliği ve halk sağlığını yakından ilgilendirmekte olup, ihtiyat ilkesine uyulmaması endişeye yol açması, 3) Genetiği değiştirilmiş organizma teknolojisi ile tohumlara yapılan sınır tanımaz müdahalelerin tehlike oluşturması ve 4) Genetiği değiştirilmiş organizmaların, gerek kaçak yollarla getirilmesi, gerekse hiçbir uyarı taşımadan piyasaya sürülmesi tüketici tercihlerinin dikkate alınmaması öneli sorunlar arasında yer almaktadır.
GDO’ya karşı alınabilecek tedbirler ile ilgili olarak, GDO’ya karşı sağlığımızı, çocuklarımızı, gelecek neslimizi ve çevreyi korumak için: 1) İnsan sağlığı ve beslenmesi açısından önemli olan özellikle GDO’lu ürünlerden uzak durulmalı, 2) Günlük beslenmemizde Saf zeytin, Hindistan cevizi, susam, ayçiçeği, badem, üzüm çekirdeği ve yer fıstığı yağı tercih edilmeli, 3) GDO’lu ürünlerin biraz daha ucuz olmaları nedeniyle bunları tüketilmemesi, 4) Katkısız kamış şekeri, konsantre kamış suyu veya organik şeker içeren GDO‘suz tatlandırıcılar tercih edilmeli, 5) Organik ürünler ile beslenmeye özen gösterilmeli, 6) Saf meyve suları tercih edilmeli ve 7) Bütün varlıkların en değerlisi olan biz insanlar için konu ile ilgili ‘İnsan sağlığını olumsuz bir şekilde etkileyecek her ürün ucuz olsa hatta bedavada olsa, karşılığı insan canını almaya sebep olabileceğinden dolayı, oldukça pahalıdır’ sloganını unutulmaması gerekir.
Bu yüzden, her şeyi Yaratan tarafından bize verilen akıl ve zekayı kullanarak çocuklarımız başta olmak üzere insanların sağlığı ve geleceğiyle oynamamak için mümkün olduğu kadar GDO’lu ürünlerden uzak durmakta fayda vardır.